28 Mayıs 2012 Pazartesi
Ben nereye aidim?
İşte, nerdeyse 30 yılla yaklaşan hayatımda cevabını net olarak bulamadığım bir soru... Geçmişi düşündükçe şehirler, insanlar, anılar hani derler ya "bir film şeridi gibi geçiyor gözlerimden" diye, işte ben hızlı bir özetle paketliyorum geçmişimi. Zaman ilerledikçe özetlerim kısalıyor, gayet "koy çantaya götür" kıvamına iniyor. Bu iyi mi kötü mü karar veremiyorum. Çok detayı siliyor zihnim, yeni yerler açmaya çalışıyor sanki.
Geçmiş biriktiren, hatıralarını saat gibi hatırlayan insanlara özeniyorum bazen. Benim ne kendimi tam olarak "oralı" hissettiğim bir şehrim, ne mahalle arkadaşlarım ne de "birlikte büyüdük" dediğim insanlar var. Küçükken "kardeşim ya da abim-ablam yok, ben tek çocuğum" demek nasıl ayıp geliyorsa büyüdükçe de zihnimin sildikleri beni utandırıyor. Ancak zaman ilerledikçe zihnimin geçmişime dair sildiği ayrıntıların yerini "yeni keşiflerin, yeni hayatların" doldurduğunu farketmeye başlıyorum. Belki bu bir nevi olsun kendimi haklı çıkarır.
Dünya'daki hiçbir şehre değişilmeyecek derinliğe sahip İstanbul'da başlayan ve 30 yıla yaklaşan ömrümde 15. evime doğru bu defa yaklaşık 13000 km. kadar doğuya doğru gitmeye hazırlanırken, geçmiş daha çok aklıma düşer oldu. Bazı gün 10 yaşıma dönüyorum, sarı bukleli saçları olan bir çocuk oluyorum. Bazı gün yakın geçmişe, Ankara'daki son evime gidiyorum. Efe'm küçük bir bebek, şimdilerde olduğu gibi bana laf yetiştiremiyor henüz, kucağımda ben nereye o oraya... Konutkent'deki küçük ama güneş dolu evimizden kahkahalar yükseliyor gibi hala. Belki o evde başka hayatların varlığını hala kabul edemediğim için 2 sene geçmesine rağmen hala önünden geçemiyorum. Ve kendime geldiğimde, Versailles Rue Madame "hoşgeldin, çok şükür geri geldin" diyor bana. "Hadi kendine gel, az da zamanın kalsa hala bendesin" diyor bana.
Tekrar yollara dökülme vakti geldiğinde böyle olur, bilirim bu duyguyu. 15. tecrübe, yanılma payı minimumda! Evin bir kaplumbağa gibi sırtına yüklenmeye heveslendi mi sanki yıllardır suskun duran duvarlara can gelir, sana konuşmaya başlarlar. Evde gözüne ilişmeyen her detayı faredersin, duvarlardaki çizikler, parkelerdeki hazarlar, kullanılmışlığın verdiği tüm izler... Bunlar bile birer aidiyettir çünkü, hele hiçbir yere ait olmayan insanlar için! İzler, detaylar, senden geri kalanlardır, sevindirir. Sonra her camdan ayrı ayrı bakar, adeta görüntüleri zihnine kazımak istersin. Baktım ki benim zihnime artık çok güven olmuyor, ben de artık fotoğraflıyorum, çok daha kolay ve gerçekçi! Geçmişten bir iz düşmek adına.
Peki ya eşyalar, "mal canın yongasıdır" lafı beni uzun yıllar peşinden götürdüyse de artık eşyalarıma da elveda demek gerektiğine karar verdim. Bu bana bir sınav olacak çünkü, yeni bir yerde, geçmişinden çok az iz taşıyarak gerçekten yepyeni bir hayata başlamak...
Yeni bir hayata başlamak ve yüzünü sadece geleceğe dönmek, geçmişten metalar yerine aklımızda kaldığınca ya da içimize işlediğince anılar ve alışkanlıklar getirmek... Bundan fazlasını düşünmek istemiyorum artık. Hatta geçmişi hatırlamak için kendimi zorlamak bile istermiyorum. İçimize işleyen yaşanmışlıklar biz planlamasak bile yerini bulduğunda su yüzüne çıkmayacak mı zaten? Artık yelkenleri rüzgara bırakmanın vakti geldi. 15. değişimden sonra, hayat bana yaşanmışlıklardan, sevdiklerinle birlikte olmaktan başka bir şey olmadığını bir kez daha hatırlattı. İyi ki de hatırlattı, uçan balon gibi hafif hissediyorum artık.
Ver elini yeni ufuklar...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
yine duygularini bu kadar icten samimi anlatisinla mestettin beni..cok keyif aliyorum senin yazdiklarini okumaktan.sen hep yaz olurmu,bende keyifle okuyayim :))))
YanıtlaSil