5 Aralık 2013 Perşembe

Mütevazi asalet - Kamboçya

Pirinç tarlalarinin sükuneti...

Bazı ülkeler çok konuşur, sesleri yüksektir. "Ben bilirim, ben yaparım, asarım, keserim, ezerim" der.
Bazı ülkeler ise önce bir eser üstünden, havasını bırakır teninde. Hemen ardından kokusunu hissettirir sinüslerinde. Adım adım gelir, acelesiz. Sesini yükseltmez sana konuşurken, mütevazidir ama zaten üstünlük taslamak tarzı değildir ve bu tarzını ilk andan itibaren yaşatır ziyaretçilerine.

Ve Kamboçya bize "merhaba" der...

Ciğerlerimize dolan havasindan coğrafyasına, suyunun tadından rüzgarının yönüne caddelerinin sıralanışından sokak lambalarının şekline, binalarından insanlarına... Gözün gördüğü, içimizin hissettiği, kulağımızın duydugu her detayda anlatir kendini ülkeler ve şehirleri.

En şık kıyatetlerimizi giyip en havalı duruşumuzu sergileyemeyiz bazı ülkelede. Böyle ülkeler bize sessizce fısıldar, şşşt... " Sakin ol, kendini bana bırak, seni bir seyahate çıkarıyorum" mesajını bize verdiği ana kadar sadece bir yerden bir diğerine yer değiştiren birer seferiyizidir. Bu mesajdan sonra o ülkenin bize kendini anlatabilmesi için bizim de kendimizi ona bırakmamız gerektiğini anlarız...

Bugün bana bir ülke daha fısıldadı. Uçsuz bucaksız düzlüklerinin üstünden gelen, toprak yollarından geçen, yüzleri gördüğüm en tatlı gülüşlerle aydınlanan çocuklarının pırıltılarını taşıyan bir fısıltı...
Pek çok döneminde yaşadığı acılarının izleriyle ve geçmiş uzun asırlarının zenginliğiyle, asaletiyle karşımda dikildi! "Bekle ve gör" dedi.

Etrafımıza doya doya bakmak istiyoruz ama doymak ne mümkün...

Toprak yollarda bisikletimizin pedalları döndükçe gördüklerimin doğallığına, gerçekliğine ve kimi yerde çaresizliğine hayret ve merakla baktım sadece. Onların gözünden de kendimizi görmeye çalıştım ama başaramadım! O kadar başka hayatlar yaşanıyor ki dünya üzerinde, bazen onların yerinden kendine bakmayı bile başaramıyorsun!


Güler yüzlü, güzel yüzlü çocuklar...
Tam teçhizatlı (!) bisikletlerimiz ve bonusu vızık Efe :) "ben de bisiklet kullanmak istiyorum"


Efe'nin yola tuk-tuk ile devam etmeye ikna oluşu ile Murat üzerinde büyük bir rahatlama gözlenir...
Tanrım diyorsun, sen bu kadar güzelliği birarada toplarken insanlar arasına neden bu kadar uçurumlar koyuyorsun... Sana bana verdiklerin için şükür mü edeyim şimdi yoksa onlardan esirgediklerine isyan mı edeyim! Kim bilir, belki onlar da bizim için benzer duygular besliyorlardır!
Bir kutu şeker onlar için mutluluk ve teşekkürleri en yürekten, en gerçek teşekkür...
 
Turan ailesi... Umut, Emin Arda ve Bora. Güzel arkadaşlarla güzel yerleri keşfetmenin keyfi... 
 
Bas pedallara, kum birikintileri tekerleklerin dönmesini durdurana kadar, hırsla bas, şükürle bas, hayretle bas, güzel havanın kalbine pompaladığı taze oksijenle bas, seni çağıran bu ülkenin gizemli sesine merakla bas, insanların her zaman gülümsemek için nedenleri olduğunu görmenin huzuruyla bas, bu topraklara kimler kimler ayak bastı onun merakıyla bas, köy kokusunu çekerek bas...

İşte geleceği barındıran sınıfları. Ne teknolojiyi yansıtan ekipmanları, ne de dünya ile bir bağlantı var. Sadece hayalleri, pırıl pırıl parlayan gözleri yetiyor büyülemeye bizleri.  

A-B-C-D-E-F-G... Bir okulun önündeyiz. 10 kadar güzel çocuk İngilizce dersinde. Tahta sıraları betonun üstünde, terlikler sundurmanın aşağısında bırakılmış. Bahçe çok sessiz, bir köy okulu burası. Güzel parlak gözlerle bize bakan 10 kadar Kamboçyalı çocuğa "merhaba" diyoruz. Yanımızda taşıdığımız birkaç şekeri paylaşıyoruz, karşılıklı el sallıyoruz birbirimize. Arkamızdan kaldıkları yerden devam ettiklerini duyuyoruz : H-I-J-K-L-M...


Sınıfa bakan çocuk ve öğrenciler bambaşka hayatlar yaşıyor. Bu fotoğraf karesinde "o an"da buluşuyorlar. Aynı yerde, aynı zamanda. Sadece çocuklar hepsi bu...
 
A-B-C sesleriyle köhne binayı çınlatan çocukların okulunun dışarıdan görünüşü.  
Neden pencerelerde demir parmaklıklar var anlam veremedim. Bu çocukların dersi asmaya niyetleri olduğunu hiç sanmıyorum.

Dünyanın küçücük bir noktası burası... Az ötesinde avaz avaz bağıracak tarih izlerini halen ayakta barındırırken sessizliği ve suküneti tercih eden bir nokta. Rüzgarı, havası, insanı... Geçmişinin izleri çevresinin doğallağıyla o kadar içiçe ki, geçmiş aynı yerde başka bi boyutta yaşıyor sanki. Ve biz hemen aynı yerde kendi günümüzde "şimdi"yi yaşıyoruz.


Dik ve yüksek merdivenlerden yukarı bakmak insanı gökyüzü ile buluşturuyor. Murat, yolu yarılamış olmanın gururunu yaşıyor!
Birlikte yüksek ve dik merdivenlerden  geçtik!



Terler süzülüyor dik ve yüksek tapınak merdivenlerini tırmandıkça ama her zerresini hak eden ter zerreleri. Tapınakların en yüksek noktasına vardığında mutluluk da zirve yapıyor. İçin çığlıklar atmak istese de uzaktaki budist rahipleri görmek sukunete davet ediyor şeklen insanı. Yanaklara yayılan tebessüm de bazen çığlıkların yerini alabiliyor...

Bakong Tapınağı altında oturan Budist rahipler...
 
Bakong Tapınağı'ndan görünen manzara

Bazı ülkelerde topuklu ayakkabılar üzerinde duramaz, gömlek yakalarını kaldıramaz ve saçlarının buklelerini savuramazsın... terini akıtmadan, toprak kokmadan, yağmurumda ıslanmadan onu anlayamazsın. Sen kendini ona bırakırsan ve o ülkenin kendisini anlatmasına izin verirsen keşfedeceklerin tahmin sınırlarının haricinde kalır. Bu haz, bir ülke daha gördüm diye işaret koymanın çok ötesinde bir haz olarak damarlara yayılacaktır.

Preah Ko Tapınağı
Yeni bir günde daha, tarihin içinde kaybolup zamanı unutmaya...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder