Yıl 2001 idi Belçika (Gent)'de 1 yıl geçirmek üzere ülkemden ve ailemden 18 yaşında ayrıldığımda. İlk günlerde kendimi bir rüya aleminde zannetmiş, eşyalarımı 1 ay yerlerine yerleştirememiştim. Her an geri dönecekmişim gibi düşünüyordum. Sonra o ardı arkası kesilmeyen yağmurlar başladı ve valizimdeki kıyafetler mecburen bir bir ortaya döküldü. Türkiye'de nerdeyse hiç kullanmadığım şemsiyem Belçika'nın haşin rüzgarlarıyla iki günde hurdaya çıkınca Gent'deki ilk alışverişimi yapmak zorunda kaldım. Şemsiyem ve ben Lovendegem ile Gent arasındaki yolları aşındırırken yavaş yavaş tanımaya başladık gri bulutların altındaki bu güzel şehri.
Bambaşka bir ülkede, o zamana kadar hiç tanımadığım ama sonrasında bir ömür süreceğine inandığım ve hayatımın tüm önemli aşamalarında benim yanımda olan Saelaert-De Wilde çiftinin güzel evlerinde geçirdiğim o yılın ne kadar kıymetli olduğunu o anda anlamam imkansızdı şüphesiz. O senenin üzerinden, hayatımın geçmiş diğer senelerinden farklı olarak değerlendiremeyecek kadar zaman geçtikten sonra bile, unuttuğumu sandığım anılar canlanabiliyormuş.
Evlerinde beni 1 yıl boyunca misafir eden ailenin, sonraki 9 AFS öğrencisinin ilki olduğumu o zaman onlar da tahmin etmemişti sanırım. Ya da bir gün Versay'daki evime, oğlumla tanışmak ve bizi ziyarek etmek için geleceklerini...
Geçtiğimiz iki haftayı, aralıklı olarak Belçika'daki ailemin - onlar benim için hala ailem dediğim bireyler - yeni evimize yaptığı ziyaretlerle geçirdik. Önce Marlies sonra Carine ve Ludo.
Marlies'le Paris'de geçirdiğimiz güzel bir gün ve sonrasında Versay'ın yürümekle bitirmenin imkansız olduğu enfes bahçesinde küçük bir piknikle başlayan ve benim de ilk kez görme fırsatı bulduğum Grand Trianon ve Marie Antoinette'in evi ve en az ana bahçe kadar büyüleyici bahçesinde gezerken kendimizi kaybettiğimiz, saatin kaç olduğunu, Efe'nin açlık ve yorgunluktan pusetinde bayılmasını fırsat bilerek iyice uzattığımız gezi ile tamamlanan ikinci gün. Eve dönüşte kaybolmamızın sebebi benim "kısa yol" hesabımın yanlışlığından kaynaklanmadı. Sadece balık pişirme sevdasıyla ulaşmak istediğim markete farklı bir yoldan gitmeyi denedim. Yanlış yolda olduğumuzu anladığımda öyle güzel bir bölgeye çıkmıştık ki, bana kalsa bozuntuya vermeden "ne güzel oldu biraz da buralarda dolaşalım" derdim. Neyse ki yanlışlığı kısa zamanda giderdik, yorgunluktan markete gidemedik ama eve ulaştık. Evde balık yeme hayalleri kuran Murat (eşim) balık yerine köfte yemek zorunda kaldığı için yaşadığı hayal kırklığını karnı iyice doyana kadar üstünden atamadı !
Biraz da yemeklerden bahsedelim. Belçika'da sık sık pişirmemi istedikleri mercimek çorbası, patlıcan oturtma ve et suyuna pirinç pilavı; İsveç usulü sosları kullansak da Türk usulü yoğrularak hazırlanmış ızgara köfteler, bol limonlu-zeytin yağlı mevsim salatalar menülerimizde yer aldı. Fransa'nın lezzetli peynirleri ile geliştirdiğim spesiyal omletimin yanında hiç vazgeçemediğim ve oğlumun da bir numaralı kahvaltısı olan (yemekten hiç bıkmıyor) domatesli ve bizim usül beyaz peynirli menemen de sabahları soframızdaydı. Marlies'in hatıralarında canlı kalması için mis gibi sucuğa son günün kahvaltı menüsünde yer verdik :)
Efe'yi ne kadar durdurmaya çalıştıysam da onu her sabah koşa koşa Marlies'in odasına gitmekten, uyandırmak için kızcağızın yanına yatmaktan alıkoyamadım. Hala dolapları gelmeyen mutfağımda,"kutu kutu pense" oynayarak tek göz elektrikli ocağımda binbir emek pişirdiğim yemekler soğumadan yedirmek için taklalar attığım sıralarda Efe istisnasız her yemekte Marlies'in elinden tutup masadan kaldırıyor, onunla oynamak için deliriyordu. Masada yemeklerle ilgilenmemizden nefret ediyor, ne zaman yemek masasına otursak gelen misafiri yerinden kaldırıyor. (Yazının başındaki fotoğrafta Marlies ve Efe yer alıyor)
Marlies'le havanın azizliğine uğrayıp evde geçirdiğimiz bir günde ise bol bol Belçika çikolatası yiyip Türk kahvesi ve çaydanlık usülü demlenmiş "gerçek çay" içtik. Eski fotoğraflara baktık, Efe'nin gönlüne uygun oyunlar oynadık. Sanırım Efe en çok o gün mutlu oldu.
Keyif yapmayı uzun tutunca ve Versay-Paris arası trende harcanacak süreyi, aktarmaları hesaba katmayınca Marlies, Paris-Brüksel trenini kaçırdı. Neyse ki sonraki bir trenle evine ulaştı.
Üç haftalık Mexico tatilinden yeni dönen Carine ve Ludo ise jet-lag etkisini üzerlerinden atar atmaz yola koyuldular ve dün sabah bize ulaştılar. Her zaman ben onların kapısından içeri giren kişi iken şimdi onları evimde görmek, onlar için hazırlık yapmak çok keyifliydi. Efe, ona getirdikleri çadıra deli oldu. "Yağmur yağar mı yağmaz mı" derken yine 3 saate yakın, çok güzel bir gezi yapmışız. Eve gelince yine "tek göz ocak beni akşam yemeği hazırlamaktan geri bırakmasın, mahcup etmesin" telaşı yaşadıysam da, çok güzel bir yemekle günü tamamladık. Ve tabi güzel bir sohbet ve bir dolu anıyla... Carine benim unuttuğum anıları bile hatırlıyordu.
Daha önce planlı işlerini gerçekleştirmek üzere kahvaltıdan sonra ayrıldılar. Plan..! hayatlarının ne kadar planlı, her aktivitenin haftalar hatta aylar önce planlandığı gerçeğine ilk zamanlar ne kadar zor adapte olmuştum... Kahvaltı menüsü mü ? Spesiyal omlet, kruvasan ve kahve. Yani ortaya karışık :)
İki gün sonra iki haftalık bir tatil için ülkemizdeyiz. Ancak gelecek seyahat rotamız belli gibi. Lovendegem/Gent. Eskileri yad etmek ve eski dostları, aralarına katılan yeni bireyleri, bizim yeni bireylerimizle birlikte ziyaret etmek, güzel hatıralara yenilerini eklemek üzere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder