16 Şubat 2014 Pazar

16 Şubat 2008, karlı bir Ankara günüydü...

Saçlarımda bahar çiçeklerinden taç yoktu mevsimin elverişsizliği nedeniyle.
Günler kısa, gökyüzü gri, hava çok soğuktu.

Misafirlerin büyük bölümü evlerine dönerken 2008 yılının en yoğun kar yağışı ile karşılaşmış ve yollarda kalmışlardı!
Soğuktu, çok soğuk, çok beyaz...

Keyifle kutlamıştık, her çiftin "bir ömür boyu" sloganıyla yola çıktığı o seramoniyi.
Sevdiğimi ve sevildiğimi hissederek, şüphesiz... Heyecanla, mutlulukla, hevesle.



"Bir" iken "iki" olmak, ama hala "bir" olmaktı bu. Çocukken oynadığımız evcilik oyunlarından çok büyük farkları yoktu aslında. Oysa bunun oyun olmadığı akşam annemizin bizi "hadi artık eve dön" diye geri çağırmayışından anlaşılmalıydı!

Büyük bir özgürlük, sadece "biz" ve bizim isteklerimiz. Birliktelik hem de her an. Beklediğimiz gibi, hayal ettiğimiz gibi. Sadece bizim kurallarımız, bizim evimiz, bizim birlikteliğimiz. Kocaman kalp içinde bir "BİZ"

Yani genel olarak;

"Diş macununu ortadan sıkıyorsun, yemeğin salçasını fazla kaçırıyorsun, çoraplarını kirli sepetine atmıyorsun, pantolonlara ütüde çift çizgi yapıyorsun, hafta sonları çok geç saatlere kadar uyuyorsun, elektrikleri kapatmıyorsun, banyo havlularını ıslak ıslak asıyorsun" muhabbetlerinden önceki aşama :)



Birden yanımıza katılan bir insan daha! Hem de küçücük, bize benziyor, mucize gibi. Ağlıyor, gazı oluyor, altına yapıyor, kusuyor üstelik, müthiş!

Henüz diş macunu tüpü tartışmasına giremeden hangi bebek bezinin daha az sızdırdığı, hangi mamanın daha besleyici olduğu gibi tartışmalar gündemimizde geniş yer buluyordu.

Hiç reklam almıyoruz araya, kesintisiz canlı yayın devam ediyor: 6 yıla 3 ev, kendi ülkemizde kurmaya yeni başladığımız hayatımızı birbirinden tamamen farklı 2 ülkede yeniden tesis etme girişimi sığdırıyoruz.

Bu arada bizim minik büyüyor, sadece o değil biz de onunla büyüyoruz. Şu aşamadan sonra o mu bizi büyütüyor biz mi onu büyütüyoruz tam olarak cevabını bulamıyorum!

6.yıldönümümüz... Bense hala düğün sahnemiz bitmemiş gibi hissediyorum, o kadar hızlı ve anlaşılmaz ki, Efe'ye baktığımda, "birisi bana şaka yapıyor, bu çocuğun annesi ben miyim" hissi geçiyor içimden.

Şaşkınlıklar, değişimler ve tabi bunalımlar!!!

Dolu dolu 6 sene bitti. Seve seve, bazen bağıra çağıra, mutlulukta tavan umutsuzlukta taban yapan 6 koca sene...



Yemeğin salçasının ayarlanabileceğini, pirincin taşının ayıklanabileceğini anladık.
Evlerin toplanıp toplanıp dünyanın orasından burasına gezebileceğini, her yerde hayat kurulabileceğini gördük.
Umutsuzluklarda birbirimize umut verdik, birbirimizin varlığıyla hayata daha büyük güvenle bakmanın hazzını yaşadık.

Fikir ayrılıklarının zenginliğine inandık. Zorladık birbirimizi, hatta hırpaladık!
Ama çok sevdik, çok da mutlu ettik. Çok güzel anılar kazandık, dünyamıza oğlumuzu kattık. Her ne kadar inanamasak da bazen, birbirimizi anne-baba yaptık biz.

Daha çok öğreneceğiz birbirimizi, daha çok anlayacağız...
El ayak çekildikten sonra birbirimize kaldığımızı gördük.

"Hadi bir çay yapıp içelim" den öte değil birliktelik.
Oda sıcaklığında, az teferruatta saklı mutluluk.

Her evlilik yaşandıkça formunu buluyor. Birliktelikler yaşandıkça değer kazanıyor. Biraz akışa bırakmalı, çok çekiştirmemeli orasından burasından, bazen de balık hafızalı olmalı!

Hukuki başlangıcı ve seramonisi, havasının kıyafetinin beyazlığıyla, orjinali soğuk ve karlı bir Ankara kışındadır bizim miladımızın.



Ve biz nerede isek, orda sevmeye devam ederiz birbirimizi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder